Şeriat ve Adalet

Nisan 22, 2007

Emir uygulanir. Suçlularin, elleri, ayaklari çapraz olarak kesilir. Gözleri
oyulur. Medine disinda, günesin altinda ates gibi yandigi için ‘Harre’ adi
verilen yere götürülürler. Suçlular su isterler, su verilmez. ‘Taslari
kemirirler’, ‘agizlariyla, disleriyle topragi kazarlar.’ Ölünceye kadar öyle
birakilirlar. (Buhari, Zekat/68, Cihad/52; Tecrit/Vudu, hadis 172; Müslim,
Kesame/9-14, hadis 1671; Ebu Davud, Hudud 3, hadis 4364-4371; Tirmizi,
Ebvabu’t-Tahare/55, hadis 72-73; Nesei, Tahrimü’d-Dem/7; Ibn Mace, Hudud/20,
hadis 2578-2579. Buhari, bu hadise yedi yerde ve dokuz yolla, Ebu Davud bir
yerde bes yolla, Nesei bir yerde dört yolla gönderme yapmistir.)
——
Yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, ölümlerden ölüm begenmelidirler. Maide
suresinin 33.ayetinde su buyruk verilmistir: ‘Allah ve resulüyle
savasanlarin ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalisanlarin cezasi, ya
boyunleri vurularak öldürülmeleri, ya asilmalari, ya ellerinin ayaklarinin
çapraz kesilmeleri ya da bulunduklari yerden sürülmeleridir. Bu, onlarin
dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise, onlara daha büyük azap
hazirlanmistir.’
——
Kanlarinizi ve mallarinizi kurtarmak istiyorsaniz: Peygamber diyor ki:
‘Onlar, Allah’tan baska Allah olmadigina, Muhammed’in onun kulu ve elçisi
olduguna inanincaya, bizim kiblemize dönünceye, kestiklerimizi yiyinceye, ve
namazimizi kilincaya ve zekatlarini verinceye kadar, insanlarla öldürüsmem
(mukatele) emroldu. Insanlar, bunlari yerine getirdikleri zaman, benden
kanlarini ve mallarini kurtarmis olurlar.(Buhari, Selat/28; Tecrid, hadis
24; Ebu Davud, Cihad/104, hadis 2641; Müslim, Iman/32, hadis 20,22)
———

Yaptiginiz alisverise sevinin: ‘Allah süphesiz, Allah yolunda savasip
öldüren ve öldürülen müminlerin canlarini ve mallarini -Tevrat, Incil ve
Kur’an’da sözverilmis bir hak olarak- cennet karsiliginda satinalmistir.
Verdigi sözü, Allah’tan daha çok tutan kim vardir? Öyleyse, yaptiginiz
alisverise sevinin! Bu, basaridir’. (Tevbe Suresi,111) Kafir öldüren
müslümana cennet müjdelenmistir.
———
Esref Oglu Ka’b, nasil öldürülecekti? Planlar yapildi. Hadis kitaplarinin
yazdigina göre, ‘yalan’lar uyduruldu, ‘tuzak’ hazirlandi. Bir gece,
kalesinde bulunan sairin kafasi kesilerek plan sonuçlandirildi. Ve, kesik
bas, peygambere götürüldü. (Buhari, Cihad/15/1, Rehn/3, Tecrid, hadis 1578;
Müslim, Cihad/119, hadis 1801; Ebu Davud, Cihad/169, hadis 2768)

——–
Hamza, birligiyle yola çikmak üzeredir. O sirada Peygamber, Hamza’yi
çagirir: ‘Falancayi bulursaniz ateste yakin, dedim. Ama, önce öldürün, sonra
yakin. Çünkü, ateste yakma cezasini, yalnizca atesi yaratan verebilir.(Ebu
Davud, Cihad/122, hadis 2673)

———
Peygamber, bir süre sonra dönüp emrini söyle düzeltti: ‘Size, onlari
bulursaniz, ikisini de yakin, dedim, ama yakmayin. Çünkü, ateste yakma
cezasini yalnizca Allah verir. Siz bu iki kisiyi yakalayip öldürün yalnizca.
(Buhari, Cihad/107,149; Ebu Davud, Cihad/122, hadis 2674; Tirmizi, Siyer/20,
hadis 1571)
———

Bakara Suresi, 178. Ayet: ‘Ey inananlar, öldürmede kisas size farz kilindi.
Hüre hür, köleye köle, kadina kadin.’ Nahl Sures, 126.ayet: ‘ Eger bir
topluluga azap edecekseniz, size yapilan azabin esiyle azap edin.’ Kuran bir
ikaz (uyari) kitabidir: (Allah sevgisine az yer verir.) Enam Suresi,
19.ayet: ‘Bu Kuran, sizi ve ulasilacak herkesi uyarmak için vahyoldu.’

———
Bakara/2/191. Onlari buldugunuz yerde oldurun. Sizi cikardiklari yerden siz
de onlari cikarin. Fitne cikarmak, adam
oldurmekten daha kotudur. Mescidi Haram’in yaninda, onlar savasmadikca siz
de onlarla savasmayin. Sizinle
savasirlarsa onlari oldurun. Inkar edenlerin cezasi boyledir.

——-
Ali Imran/3/85. Kim Islamiyet’ten baska bir dine yonelirse, onunki kabul
edilmeyecektir. O ahirette de
kaybedenlerdendir.

Ali Imran//3/118. Ey Inananlar! Sizden olmayani sirdas edinmeyin, onlar sizi
sasirtmaktan geri durmazlar, sikintiya
dusmenizi isterler. Onlarin ofkesi agizlarindan tasmaktadir, kablerinin
gizledigi ise daha buyuktur. Eger
aklediyorsaniz, suphesiz size ayetleri acikladik.

Ali Imran/3/119. Iste siz, onlar sizi sevmezken onlari seven ve Kitablarin
butunune inanan kimselersiniz. Size
rasladiklari zaman: ‘Inandik’derler, yalniz kaldiklarinda da, size
ofkelerinden parmaklarini isirirlar. De ki:
‘Ofkenizden catlayin’. Allah kalblerde olani bilir.

———
Maide/5/33. Allah ve peygamberiyle savasanlarin ve yeryuzunde bozgunculuga
ugrasanlarin cezasi oldurulmek
veya asilmak yahut capraz olarak el ve ayaklari kesilmek ya da yerlerinden
surulmektir. Bu onlara dunyada bir
rezilliktir. Onlara ahirette buyuk azab vardir.

Maide/5/35. Ey Inananlar! Allah’tan sakinin, O’na ulasmaya yol arayin,
yolunda cihad edin ki kurtulasiniz.

Maide/5/38. Erkek hirsiz ve kadin hirsizin, yaptiklarindan oturu Allah
tarafindan ibret verici bir ceza olarak, ellerini
kesin. Allah Guclu’dur, Hakim’dir.

Maide/5/51. Ey Inananlar! Yahudileri ve hiristiyanlari dost olarak
benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar.
Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandir. Allah zulmeden kimseleri
dogru yola eristirmez.

———
Tevbe/9/5. Hurmetli aylar cikinca, puta tapanlari buldugunuz yerde oldurun;
onlari yakalayip hapsedin; her
gozetleme yerinde onlari bekleyin. Eger tevbe eder, namaz kilar ve zekat
verirlerse yollarini serbest birakin.
Dogrusu Allah bagislar ve merhamet eder.

Tevbe/9/29. Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gunune inanmayan, Allah’in
ve peygamberinin haram kildigini
haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarini bukup kendi
elleriyle cizye verene kadar savasin.

Tevbe/9/41. Isteyen, istemeyen, hepiniz savasa cikin. Allah yolunda
mallarinizla, canlarinizla cihat edin. Bilirseniz
bu sizin cin hayirlidir.

Tevbe/9/73. Ey Peygamber! Inkarcilarla, ikiyuzlulerle savas; onlara karsi
sert davran. Varacaklari yer
cehennemdir, ne kotu donustur.

Tevbe/9/113. Cehennemlik olduklari anlasildiktan sonra, akraba bile olsalar,
puta tapanlar icin magfiret dilemek
Peygamber’e ve muminlere yarasmaz.

Recep Bey’in Yumurtaları

Kasım 12, 2006

elhamdulillah şeriatçıyız.(21.11.1994 milliyet)
yılbaşına karşıyım. (19.12.1994 sabah)
ben tekkeye degil dergaha gittim.(22.1.1997 gözcü)
ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok. (12.5.1994 hürriyet)
10 kasım’da yaygara kopartıldı. (14.11.1994 hürriyet)
içki yasaklansın. (1.5.1996)
istanbul’u medine yapacagiz. (akis)
bütün okullar imam hatip yapılacak. (17.9.1994 cumhuriyet)
ben istanbul’un imamıyım. (8.1.1995 hürriyet)
mayo reklamı şehvet sömürüsüdür. (6.3.1996 hürriyet)
milli piyango zulümdür. (29.9.1994 hurriyet)
taksim’deki caminin temelini inşallah atacağız. (1.7.1994)
cumhurbaskanı’nın imam hatipli olacağı günler yakındır. (5.2.1996 akit)
sarık operasyonu çok komik. (15.5.1995 sabah)
yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir. (25.6.1994)
ben meclis’in dua ile açılmasından yanayım. (8.1.1996 milliyet)
imamlar da nikah kıysın. (9.5.1995 milliyet)

Kaynak: Ekşi Sözlük

Din

Ekim 9, 2006

Başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cenette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir.
Ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış demektir. Fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel önyargıları bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmeye çalışır.

Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir.

LENIN

Sol ve Gericilik

Ekim 9, 2006

Sol ve Gericilik
Erkin Özalp

(17 Temmuz 2004)

 

 

A. Gericilik Dünya Ölçeğinde Güç Kazanıyor

1. 21. yüzyılın başında, insanlığın başındaki en önemli belalardan biri, dinci gerici hareketlerin ve gerici ideolojilerin dünyanın her yanında güç kazanmakta oluşudur.

2. Bu yükselişin ardında, “emperyalist Batı”ya ya da ABD’ye karşı yürütülen bir mücadelenin bulunduğunu düşünenler büyük bir yanılgı içindedir. Dinci gericiliğin yükselişi, bizzat emperyalistler ve hepsinden önce de ABD tarafından desteklenmekte, daha doğrusu örgütlenmektedir. Diğer yandan, bu yükselişin mekanı, yalnızca az gelişmiş ve orta gelişkinlikteki kapitalist ülkeler değil, aynı zamanda emperyalist ülkelerin kendisidir. Dünya kapitalizminin bunalımda olduğu ve geniş kitlelere işsizlik, yoksullaşma ve toplumsal çürümeden başka hiçbir şey vaat etmediği bir dönemde, sermaye sınıfları, neoliberal ideolojinin zayıflamasının yarattığı boşluğu dinsel ideolojilerle doldurmaya çalışmaktadır.

3. Sorun, bir dönem sosyalizme karşı kullanılmış olan dinci hareketlerin denetimden çıkmış olmaları değildir. Emperyalistlerin tüm dinci hareketleri aynı ölçüde ve aynı biçimde denetim altında tutabildiği elbette söylenemez. Ancak bugün, “islami terör” denen olgunun geniş kitlelerde herhangi bir umut ya da heyecan yaratmak bir yana onları pasifize ettiği ve emperyalist saldırganlığa meşruiyet kazandırmak için kullanıldığı açıktır.

4. Dünya ölçeğindeki temel çelişki “medeniyetler çatışması” ya da “dinler çatışması” ekseninde tanımlandıktan sonra, bu çelişkinin çözümünün “çok kültürlülük”, “çoğulculuk” ve “hoşgörü”de ya da “dinsel terörle mücadele”de aranması sonucu değiştirmeyecektir. Her iki durumda da, insanların kültürel ya da dinsel kimlikleri, sınıfsal kimliklerinin önüne konmaktadır. Bu da, temel çelişkinin, yani emek-sermaye çelişkisinin perdelenmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

B. Türkiye’deki Dinci Gericiliğe Genel Bir Bakış

1. Bazı başka ülkelerde farklı deneyimler de yaşanmış olabilir; ancak Türkiye’deki dinci gericiliğin tarihinde emperyalizme karşı mücadele bulunmuyor. Aksine, sermaye iktidarları, anti-emperyalist mücadelelere fiziksel bir set çekmek için dinci gerici hareketlere başvurmuştur. Kanlı Pazar, bunun ne ilk ne de tek örneğidir.

2. Türkiye’deki dinci gerici hareketlerin sermaye düzeni ile herhangi bir sorunları bulunmamaktadır. Aksine, toplumsal etkileri ciddiye alınabilir düzeyde olan tüm gerici örgütlenmelerin güçlü sermaye bağlantıları bulunmaktadır. Kendilerini daha çok terör eylemleriyle duyuran dinci örgütler ise, kontrgerilla tipi örgütlenmelerin parçaları ya da uzantılarıdır.

3. Yalnızca çok yakın bir geçmişte tanık olduğumuz NATO karşıtı mücadele süreci değil, Irak Savaşı öncesinde ve sırasında yaşadıklarımız da, Türkiye’de dinci gerici örgütlenmelerin anti-emperyalist mücadeleden ne kadar uzak olduklarını göstermiştir. Bu ülkede anti-emperyalist mücadelenin tek ciddiye alınabilir taşıyıcısının sol hareket olduğunu saptaması, herhangi bir abartı içermemektedir. Dahası, gerici örgütlerin ABD karşıtı eylemlere gösterdikleri son derece zayıf katılımın ardında, kendi aralarındaki mücadeleler büyük rol oynamıştır.

4. Türkiye’de dinci gericilik ile devlet, bürokrasi ya da ordu arasındaki ilişkilerin yalnızca gerilim ve çatışma eksenlerine oturduğu doğru değildir. Laiklik ilkesini hayata geçirmek için en radikal adımların atıldığı dönemde bile, kırları da dönüştürmeyi hedefleyen bir toplumsal aydınlanma mücadelesi yürütülmemiş, dinsel ideolojilerin ve dinsel örgütlenmelerin kırlardaki ağırlıklarını korumalarına izin verilmiştir. Toplumdaki sınıfsal ayrışmaların güç kazandığı 1940’lı yıllardan itibaren ve CHP’nin iktidarda olduğu dönemden başlamak üzere, bu kez, dinsel ideoloji ve örgütlenmelerin açıkça desteklenmesi söz konusudur. Dinci gerici tabana yaslanan “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, devlet eliyle kurdurulmuştur. “Türk-İslam Sentezi”, 12 Eylül sonrasının askeri yönetim döneminin ideolojisidir. Kürt hareketine karşı din ideolojisine ve Hizbullah türü dinci gerici örgütlenmelere başvuran, yine devlet ve ordu olmuştur. “28 Şubat Süreci” olarak adlandırılan restorasyon sürecinde bile, tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin dağıtılmasına yönelik hiçbir adım atılmamış, zorunlu din dersleri tartışmaya bile açılmamıştır. Kısacası, Türkiye’de, “mütedeyyin” insanların sürekli bir devlet baskısıyla karşılaşmaları bir yana, dinsel ideoloji ve örgütlenmelerin devlet tarafından desteklenmeleri söz konusudur.

5. Yukarıda söylenenler, sermaye düzeninin ve sermaye devletinin, dinci gerici örgütlenmelerin güç kazanmasıyla ilgili hiçbir sorunlarının bulunmadığı anlamına gelmiyor. Kamusal alanın ve toplumsal yaşamın tümüyle dinsel ilişkilere dayalı olarak yeniden düzenlenmesi, emperyalist-kapitalist hiyerarşinin üst basamaklarına çıkma mücadelesi veren Türkiye kapitalizmi için, kabul edilemez bir olasılıktır. Türkiye’nin sıradan, hatta yoksul bir “İslam ülkesi” haline gelmesi, emperyalist ülkelerle ayrıcalıklı bir ilişki arayan sermaye sınıfı açısından, gerçekten de bir korku senaryosudur. Tabii bu söylenenler, gericiliğin belirli bir düzeyin ötesinde güç kazanmasına yönelik tepkinin ardında sadece bazı bürokratların ya da laikliğin ordu içindeki militan savunucularının bulunmadığına da işaret etmektedir.

C. AKP Hükümetinin Gericiliği Neden Ciddi Bir Tehdit Oluşturuyor?

1. AKP hükümeti, sermaye sınıfı açısından, istenmeyen, ama bugün için alternatifi de olmayan bir çocuktur. Türkiye kapitalizminin kriz dinamikleri tüm diğer düzen partilerinin altını oyar ve kitle bağlarını neredeyse sıfırlarken, AKP, görece geniş bir toplumsal tabana dayanan tek parti olarak alternatifsizleşmiştir. (Burada kastedilen, elbette, AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun gerici harekete dahil oldukları değildir.)

2. AKP, iktidara geldikten sonra, emperyalistlerle ve sermaye sınıfı ile bağlarını hızla güçlendirme yoluna giderek, kendisine yönelik düzen içi muhalefeti zayıflatmayı başarmıştır. Emperyalistler ve sermaye sınıfı açısından, AKP iktidarı, güçlü (ve kendileriyle uyumlu) bir yürütme gücünün sağladığı büyük olanaklar anlamına gelmektedir. Mecliste büyük bir çoğunluğa sahip olan AKP’nin, emperyalist projeleri ve sınıfa saldırı politikalarını hayata geçirmesi çok daha kolaydır.

3. AKP ise, emperyalistlere ve sermaye sınıfına sağladığı olanaklara karşılık olarak, gerici toplumsal tabanın beklentilerini tatmin edecek adımların atılmasını istemektedir. Aslında, burada, bir taşla birkaç kuş vurulmaktadır. Birincisi, AKP, kadrolaşmaya ve kamusal ve toplumsal alanları dinsel ilkeler temelinde yeniden düzenlemeye yönelik girişimleri dirençle karşılandığı oranda, “henüz iktidarı tam olarak alamamış” bir parti görünümü vermektedir. İkincisi, AKP’nin çizdiği “mücadeleci” görüntü, gerici tabanın bir arada tutulmasını kolaylaştırmaktadır. Üçüncüsü, AKP ile laikliğin temsilcisi olarak görünen güçler arasındaki mücadele, düzen içi AKP muhalefetinin sınıfsal kimliğinin de bir sonucu olarak, bu partinin işbirlikçiliğinin ve sermaye yanlılığının ikinci plana düşürülmesine yardımcı olmaktadır.

4. AKP’nin gerçek bir krize yol açabilecek gerilimlerden kaçındığı doğrudur. Ama bu durum, AKP iktidarı döneminde gerici kadrolaşmanın devletin tüm kurumlarında olanca hızıyla sürmesine, eğitim alanında gerici düzenlemelerin adım adım hayata geçirilmesine ve gerici örgütlenmelerin hareket alanının genişlemesine engel olmamaktadır. Üstüne üstlük, AKP’nin gericiliği güçlendirmeye yönelik adımlarının sermaye sınıfından, sermaye medyasından, liberallerden ve hatta (imam hatip liselilerin üniversitelere girişi ya da türban gibi başlıklarda) liberal solculardan aldığı destek, toplumdaki gericilik karşıtı bilincin iyiden iyiye köreltilmesine hizmet etmektedir.

D. Sola Düşen Görevler

1. Sol, her şeyden önce, gericiliğin Türkiye için gerçek ve ciddi bir tehdit olduğu saptamasının altını kalınca çizmelidir.

2. AKP iktidarına muhalefet eden ve laikliğin temsilcileri olarak görülen düzen içi güçlerin biçimsel noktalara takılıp kaldığı doğrudur. Ancak bunun alternatifi, biçimsel düzenlemeleri önemsiz görmek ya da örneğin türbanlıların üniversiteye kabul edilip edilmemelerini biçimsel bir sorundan ibaret görmek değil, gericilik karşıtı mücadelenin toplumsal düzeye taşınmasının yollarını açmaktır.

3. İmam hatip liselerinde okuyan öğrencilerin üniversitelerde bölüm seçme haklarının sınırlandırılması, tek tek bu okullarda okuyan öğrencilerin kişisel tarihleri açısından bakıldığında, gerçekten de bir haksızlık içermektedir. Ancak bu noktaya takılıp kalmak, meselenin özünü görememek anlamına gelecektir. Bugünün Türkiye gerçekliğinde imam hatip liseleri, imam ve hatip yetiştiren “meslek okulları” değil, dinsel eğitim kurumlarıdır. Solun imam hatip liseleri hakkında tek bir projesi olabilir: Bunların kapatılması!

4. 16 yaşına gelmemiş çocuklara dinsel eğitim verilmesi, bir “bireysel özgürlük” sorunu değildir. Sol, 16 yaşına gelmemiş olan çocuklara eğitim kurumlarında belirli bir dinsel inancın öğretilmesine de, Kuran kurslarına da karşı çıkmak zorundadır.

5. Sol, insanlar üzerinde manevi baskı uygulayan her tür kurum ve örgütlenmeye karşı mücadele etmek zorundadır. Solun, tarikat örgütlenmeleri ve cemaatler ile ilgili olarak tek bir talebi olabilir: Bunların dağıtılması…

6. Türkiye’de sosyalist aydınlanma mücadelesini toplumsal ölçeğe taşımanın, daha doğrusu bu mücadelenin toplumsal tabanını genişletmenin bazı zorluklarının bulunduğu doğrudur. Diğer yandan, solun, gericiliğe karşı mücadele ederken, “din düşmanı” görüntüsü çizmemesi gerektiği de doğrudur. Ancak bunlar, gericilik karşıtı mücadeleden vazgeçmenin mazeretleri değil, bu mücadeleye daha fazla düşünsel ve siyasal emek harcamak gerektiğinin kanıtlarıdır.

7. Gericilikle mücadeleyi toplumsallaştırmak konusunda solun önündeki en önemli olanak, gerici hareketlerin ve tabii ki AKP’nin işbirlikçiliğidir. Solun önünde, AKP iktidarının işbirlikçi olduğu için gerici ve gerici olduğu için işbirlikçi olduğunu gösterme olanak ve görevi durmaktadır! Tersi de doğrudur: AKP iktidarının işbirlikçiliği ile gericiliğini birbirinden ayırmak, her ikisine karşı yürütülen mücadeleyi de zayıflatacaktır.

8. Tam da bu nedenlerle, solun anti-emperyalist mücadeleye gericilerden müttefik araması kadar büyük bir yanlış olamaz. Yakın geçmişin deneyimleri, gericilerin anti-emperyalist eylemlere “kitle” taşıyacakları hayalinin ne kadar boş olduğunu göstermiştir. Aslında, tersi olsaydı, bunun çok daha vahim sonuçları olurdu! Ve yakın geçmişin deneyimleri, solun tarihine kara birer leke olarak yazılmıştır. Gericiliğin toplumsal meşruiyetinin artmasına katkıda bulunmak, solun evrensel değerlerine ihanet etmektir.

9. AKP iktidarı, eninde sonunda yıpranacaktır. Bu, burjuva siyasetinin en basit ve en temel kurallarından biridir. Sorun, solun bu süreçte aktif bir rol oynayıp oynayamayacağıdır. AKP’nin işbirlikçiliğine ve gericiliğine karşı mücadelenin öncülüğünü yapan bir sol, söz konusu yıpranma sürecini bir olanağa dönüştürebilir ve bu arada AKP gericiliğinin yarattığı toplumsal tahribatı sınırlandırma, hatta bunu tersine çevirme olanağını yakalayabilir. Solun bunu başaramaması ise, yalnızca sol hareket için değil, Türkiye için de karanlık bir gelecek senaryosudur.

Sol ve Gericilik

Ekim 9, 2006

Alıntı:

Sol ve Gericilik
Erkin Özalp

(17 Temmuz 2004)

 

 

A. Gericilik Dünya Ölçeğinde Güç Kazanıyor

1. 21. yüzyılın başında, insanlığın başındaki en önemli belalardan biri, dinci gerici hareketlerin ve gerici ideolojilerin dünyanın her yanında güç kazanmakta oluşudur.

2. Bu yükselişin ardında, “emperyalist Batı”ya ya da ABD’ye karşı yürütülen bir mücadelenin bulunduğunu düşünenler büyük bir yanılgı içindedir. Dinci gericiliğin yükselişi, bizzat emperyalistler ve hepsinden önce de ABD tarafından desteklenmekte, daha doğrusu örgütlenmektedir. Diğer yandan, bu yükselişin mekanı, yalnızca az gelişmiş ve orta gelişkinlikteki kapitalist ülkeler değil, aynı zamanda emperyalist ülkelerin kendisidir. Dünya kapitalizminin bunalımda olduğu ve geniş kitlelere işsizlik, yoksullaşma ve toplumsal çürümeden başka hiçbir şey vaat etmediği bir dönemde, sermaye sınıfları, neoliberal ideolojinin zayıflamasının yarattığı boşluğu dinsel ideolojilerle doldurmaya çalışmaktadır.

3. Sorun, bir dönem sosyalizme karşı kullanılmış olan dinci hareketlerin denetimden çıkmış olmaları değildir. Emperyalistlerin tüm dinci hareketleri aynı ölçüde ve aynı biçimde denetim altında tutabildiği elbette söylenemez. Ancak bugün, “islami terör” denen olgunun geniş kitlelerde herhangi bir umut ya da heyecan yaratmak bir yana onları pasifize ettiği ve emperyalist saldırganlığa meşruiyet kazandırmak için kullanıldığı açıktır.

4. Dünya ölçeğindeki temel çelişki “medeniyetler çatışması” ya da “dinler çatışması” ekseninde tanımlandıktan sonra, bu çelişkinin çözümünün “çok kültürlülük”, “çoğulculuk” ve “hoşgörü”de ya da “dinsel terörle mücadele”de aranması sonucu değiştirmeyecektir. Her iki durumda da, insanların kültürel ya da dinsel kimlikleri, sınıfsal kimliklerinin önüne konmaktadır. Bu da, temel çelişkinin, yani emek-sermaye çelişkisinin perdelenmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

B. Türkiye’deki Dinci Gericiliğe Genel Bir Bakış

1. Bazı başka ülkelerde farklı deneyimler de yaşanmış olabilir; ancak Türkiye’deki dinci gericiliğin tarihinde emperyalizme karşı mücadele bulunmuyor. Aksine, sermaye iktidarları, anti-emperyalist mücadelelere fiziksel bir set çekmek için dinci gerici hareketlere başvurmuştur. Kanlı Pazar, bunun ne ilk ne de tek örneğidir.

2. Türkiye’deki dinci gerici hareketlerin sermaye düzeni ile herhangi bir sorunları bulunmamaktadır. Aksine, toplumsal etkileri ciddiye alınabilir düzeyde olan tüm gerici örgütlenmelerin güçlü sermaye bağlantıları bulunmaktadır. Kendilerini daha çok terör eylemleriyle duyuran dinci örgütler ise, kontrgerilla tipi örgütlenmelerin parçaları ya da uzantılarıdır.

3. Yalnızca çok yakın bir geçmişte tanık olduğumuz NATO karşıtı mücadele süreci değil, Irak Savaşı öncesinde ve sırasında yaşadıklarımız da, Türkiye’de dinci gerici örgütlenmelerin anti-emperyalist mücadeleden ne kadar uzak olduklarını göstermiştir. Bu ülkede anti-emperyalist mücadelenin tek ciddiye alınabilir taşıyıcısının sol hareket olduğunu saptaması, herhangi bir abartı içermemektedir. Dahası, gerici örgütlerin ABD karşıtı eylemlere gösterdikleri son derece zayıf katılımın ardında, kendi aralarındaki mücadeleler büyük rol oynamıştır.

4. Türkiye’de dinci gericilik ile devlet, bürokrasi ya da ordu arasındaki ilişkilerin yalnızca gerilim ve çatışma eksenlerine oturduğu doğru değildir. Laiklik ilkesini hayata geçirmek için en radikal adımların atıldığı dönemde bile, kırları da dönüştürmeyi hedefleyen bir toplumsal aydınlanma mücadelesi yürütülmemiş, dinsel ideolojilerin ve dinsel örgütlenmelerin kırlardaki ağırlıklarını korumalarına izin verilmiştir. Toplumdaki sınıfsal ayrışmaların güç kazandığı 1940’lı yıllardan itibaren ve CHP’nin iktidarda olduğu dönemden başlamak üzere, bu kez, dinsel ideoloji ve örgütlenmelerin açıkça desteklenmesi söz konusudur. Dinci gerici tabana yaslanan “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, devlet eliyle kurdurulmuştur. “Türk-İslam Sentezi”, 12 Eylül sonrasının askeri yönetim döneminin ideolojisidir. Kürt hareketine karşı din ideolojisine ve Hizbullah türü dinci gerici örgütlenmelere başvuran, yine devlet ve ordu olmuştur. “28 Şubat Süreci” olarak adlandırılan restorasyon sürecinde bile, tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin dağıtılmasına yönelik hiçbir adım atılmamış, zorunlu din dersleri tartışmaya bile açılmamıştır. Kısacası, Türkiye’de, “mütedeyyin” insanların sürekli bir devlet baskısıyla karşılaşmaları bir yana, dinsel ideoloji ve örgütlenmelerin devlet tarafından desteklenmeleri söz konusudur.

5. Yukarıda söylenenler, sermaye düzeninin ve sermaye devletinin, dinci gerici örgütlenmelerin güç kazanmasıyla ilgili hiçbir sorunlarının bulunmadığı anlamına gelmiyor. Kamusal alanın ve toplumsal yaşamın tümüyle dinsel ilişkilere dayalı olarak yeniden düzenlenmesi, emperyalist-kapitalist hiyerarşinin üst basamaklarına çıkma mücadelesi veren Türkiye kapitalizmi için, kabul edilemez bir olasılıktır. Türkiye’nin sıradan, hatta yoksul bir “İslam ülkesi” haline gelmesi, emperyalist ülkelerle ayrıcalıklı bir ilişki arayan sermaye sınıfı açısından, gerçekten de bir korku senaryosudur. Tabii bu söylenenler, gericiliğin belirli bir düzeyin ötesinde güç kazanmasına yönelik tepkinin ardında sadece bazı bürokratların ya da laikliğin ordu içindeki militan savunucularının bulunmadığına da işaret etmektedir.

C. AKP Hükümetinin Gericiliği Neden Ciddi Bir Tehdit Oluşturuyor?

1. AKP hükümeti, sermaye sınıfı açısından, istenmeyen, ama bugün için alternatifi de olmayan bir çocuktur. Türkiye kapitalizminin kriz dinamikleri tüm diğer düzen partilerinin altını oyar ve kitle bağlarını neredeyse sıfırlarken, AKP, görece geniş bir toplumsal tabana dayanan tek parti olarak alternatifsizleşmiştir. (Burada kastedilen, elbette, AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun gerici harekete dahil oldukları değildir.)

2. AKP, iktidara geldikten sonra, emperyalistlerle ve sermaye sınıfı ile bağlarını hızla güçlendirme yoluna giderek, kendisine yönelik düzen içi muhalefeti zayıflatmayı başarmıştır. Emperyalistler ve sermaye sınıfı açısından, AKP iktidarı, güçlü (ve kendileriyle uyumlu) bir yürütme gücünün sağladığı büyük olanaklar anlamına gelmektedir. Mecliste büyük bir çoğunluğa sahip olan AKP’nin, emperyalist projeleri ve sınıfa saldırı politikalarını hayata geçirmesi çok daha kolaydır.

3. AKP ise, emperyalistlere ve sermaye sınıfına sağladığı olanaklara karşılık olarak, gerici toplumsal tabanın beklentilerini tatmin edecek adımların atılmasını istemektedir. Aslında, burada, bir taşla birkaç kuş vurulmaktadır. Birincisi, AKP, kadrolaşmaya ve kamusal ve toplumsal alanları dinsel ilkeler temelinde yeniden düzenlemeye yönelik girişimleri dirençle karşılandığı oranda, “henüz iktidarı tam olarak alamamış” bir parti görünümü vermektedir. İkincisi, AKP’nin çizdiği “mücadeleci” görüntü, gerici tabanın bir arada tutulmasını kolaylaştırmaktadır. Üçüncüsü, AKP ile laikliğin temsilcisi olarak görünen güçler arasındaki mücadele, düzen içi AKP muhalefetinin sınıfsal kimliğinin de bir sonucu olarak, bu partinin işbirlikçiliğinin ve sermaye yanlılığının ikinci plana düşürülmesine yardımcı olmaktadır.

4. AKP’nin gerçek bir krize yol açabilecek gerilimlerden kaçındığı doğrudur. Ama bu durum, AKP iktidarı döneminde gerici kadrolaşmanın devletin tüm kurumlarında olanca hızıyla sürmesine, eğitim alanında gerici düzenlemelerin adım adım hayata geçirilmesine ve gerici örgütlenmelerin hareket alanının genişlemesine engel olmamaktadır. Üstüne üstlük, AKP’nin gericiliği güçlendirmeye yönelik adımlarının sermaye sınıfından, sermaye medyasından, liberallerden ve hatta (imam hatip liselilerin üniversitelere girişi ya da türban gibi başlıklarda) liberal solculardan aldığı destek, toplumdaki gericilik karşıtı bilincin iyiden iyiye köreltilmesine hizmet etmektedir.

D. Sola Düşen Görevler

1. Sol, her şeyden önce, gericiliğin Türkiye için gerçek ve ciddi bir tehdit olduğu saptamasının altını kalınca çizmelidir.

2. AKP iktidarına muhalefet eden ve laikliğin temsilcileri olarak görülen düzen içi güçlerin biçimsel noktalara takılıp kaldığı doğrudur. Ancak bunun alternatifi, biçimsel düzenlemeleri önemsiz görmek ya da örneğin türbanlıların üniversiteye kabul edilip edilmemelerini biçimsel bir sorundan ibaret görmek değil, gericilik karşıtı mücadelenin toplumsal düzeye taşınmasının yollarını açmaktır.

3. İmam hatip liselerinde okuyan öğrencilerin üniversitelerde bölüm seçme haklarının sınırlandırılması, tek tek bu okullarda okuyan öğrencilerin kişisel tarihleri açısından bakıldığında, gerçekten de bir haksızlık içermektedir. Ancak bu noktaya takılıp kalmak, meselenin özünü görememek anlamına gelecektir. Bugünün Türkiye gerçekliğinde imam hatip liseleri, imam ve hatip yetiştiren “meslek okulları” değil, dinsel eğitim kurumlarıdır. Solun imam hatip liseleri hakkında tek bir projesi olabilir: Bunların kapatılması!

4. 16 yaşına gelmemiş çocuklara dinsel eğitim verilmesi, bir “bireysel özgürlük” sorunu değildir. Sol, 16 yaşına gelmemiş olan çocuklara eğitim kurumlarında belirli bir dinsel inancın öğretilmesine de, Kuran kurslarına da karşı çıkmak zorundadır.

5. Sol, insanlar üzerinde manevi baskı uygulayan her tür kurum ve örgütlenmeye karşı mücadele etmek zorundadır. Solun, tarikat örgütlenmeleri ve cemaatler ile ilgili olarak tek bir talebi olabilir: Bunların dağıtılması…

6. Türkiye’de sosyalist aydınlanma mücadelesini toplumsal ölçeğe taşımanın, daha doğrusu bu mücadelenin toplumsal tabanını genişletmenin bazı zorluklarının bulunduğu doğrudur. Diğer yandan, solun, gericiliğe karşı mücadele ederken, “din düşmanı” görüntüsü çizmemesi gerektiği de doğrudur. Ancak bunlar, gericilik karşıtı mücadeleden vazgeçmenin mazeretleri değil, bu mücadeleye daha fazla düşünsel ve siyasal emek harcamak gerektiğinin kanıtlarıdır.

7. Gericilikle mücadeleyi toplumsallaştırmak konusunda solun önündeki en önemli olanak, gerici hareketlerin ve tabii ki AKP’nin işbirlikçiliğidir. Solun önünde, AKP iktidarının işbirlikçi olduğu için gerici ve gerici olduğu için işbirlikçi olduğunu gösterme olanak ve görevi durmaktadır! Tersi de doğrudur: AKP iktidarının işbirlikçiliği ile gericiliğini birbirinden ayırmak, her ikisine karşı yürütülen mücadeleyi de zayıflatacaktır.

8. Tam da bu nedenlerle, solun anti-emperyalist mücadeleye gericilerden müttefik araması kadar büyük bir yanlış olamaz. Yakın geçmişin deneyimleri, gericilerin anti-emperyalist eylemlere “kitle” taşıyacakları hayalinin ne kadar boş olduğunu göstermiştir. Aslında, tersi olsaydı, bunun çok daha vahim sonuçları olurdu! Ve yakın geçmişin deneyimleri, solun tarihine kara birer leke olarak yazılmıştır. Gericiliğin toplumsal meşruiyetinin artmasına katkıda bulunmak, solun evrensel değerlerine ihanet etmektir.

9. AKP iktidarı, eninde sonunda yıpranacaktır. Bu, burjuva siyasetinin en basit ve en temel kurallarından biridir. Sorun, solun bu süreçte aktif bir rol oynayıp oynayamayacağıdır. AKP’nin işbirlikçiliğine ve gericiliğine karşı mücadelenin öncülüğünü yapan bir sol, söz konusu yıpranma sürecini bir olanağa dönüştürebilir ve bu arada AKP gericiliğinin yarattığı toplumsal tahribatı sınırlandırma, hatta bunu tersine çevirme olanağını yakalayabilir. Solun bunu başaramaması ise, yalnızca sol hareket için değil, Türkiye için de karanlık bir gelecek senaryosudur.

Türkçe Ezan

Ekim 8, 2006

Türlçeside arapçasıda aynı işte

Evrim Kuramı Nedir?

Ekim 8, 2006

Homo sapiens dusunmeye ve felsefe veya din ile ilgili cikarimlar yapmaya basladigindan beri “Yasamin anlami nedir? Evren’in anlami nedir? Yasam nedir ve nasil baslamistir? Evren sonsuz mudur? Bu evrenin bir baslangici ve yaraticisi var midir? Bu evrendeki olaylari aciklayacak fiziksel yasalar, yasamin gelisimini aciklayabilecek biyolojik yasalar var midir?” gibi sorular sormustur. Dinlerin pek coguna gore, tum evren ve canlilar belli bir amaca yonelik olarak birdenbire yaratilmislardir. Bilim ise, basindan beri, olaylar arasindaki iliskileri ve dunyadaki fenomenleri aciklamak icin, gozlemler yapmak ve bu gozlemleri akilci bir bicimde sentezlemek yontemini gelistirmistir. Bir Tanri’nin olup olmadigi, baslangicta herseyin yaratilip, yaratilmadigi bilimin arastirma konusu icinde degildir. Bilim gozlemleyebildigini yorumlar, fizik, matematik, biyoloji ve kimya bilimlerinin yontemlerini kullanarak sonuclar cikarir ve bu sonuclara inanir; din ise inandigini yorumlar; yani din once inanir, sonra bu konuda yorum yapar.

Evrende yasamin gelismesi ile ilgili bilimin uzerinde ugrastigi temel sorular sunlardir:
1) Evren ne zaman nasil baslamistir?
2) Madde nasil ve ne zaman var olmustur?
3) Gunes sistemi ve dunya gezegeni ne zaman, nasil olusmustur?
4) Dunya’da canli maddenin yapi taslari olan organik madde nasil ve ne zaman olusmustur?
5) Dunya’da ilk hucre sekilleri nasil meydana gelmistir? Ya da dunyada ilk hucre ve organizmalar birdenbire yaratilmislar midir?
6) Dunya’da genetik bilgiyi tasiyan RNA ve DNA nasil ve ne zaman olusmustur?
7) Dunya’da ilk cok hucreleri organizmalar, daha sonra bitkiler ve hayvanlar ne zaman ve nasil olusmuslardir?
8) Homo sapiens nasil ve ne zaman olusmustur? Homo sapiens hayvanlar alemine ait bir biyolojik yapi midir? Yoksa, birdenbire mi bu dunyaya konmustur?

Evrendeki yasamin belli bir amaca yonelik olmadigi, Tanri’nin Evrim’in gelisimini sekilleyip sekillemedigi, Tanri’nin evrimin olusabilecek kosullarini saglayip saglamadigi konulari bilimin sinirlarinin disina tasmaktadir. Teist Evrim Kurami, bugun biyologlarin ve bilim adamlarinin savunduklari Evrim Kurami ile celismemektedir; yani baslangicta herseyi yaratan bir Tanri, evrimin zemberegini kurmus da olabilir. Fakat “Bilimsel Yaratiliscilik” olarak isimlendirilen ve din kitaplarini kelimesi kelimesine aynen yorumlayan radikal akimin savunduklari ile bilimin bulgulari birbiriyle celismektedir. Bilimsel Yaratilisciliga gore, tum canlilar ayni anda yaklasik 10 000 yil once Tanri tarafindan birdenbire, belli bir dizaynla ve belirli bir amaca yonelik olarak yaratilmislardir. Bugun dunyadaki en yetkin bilim kurumlari ve en yetkin bilim insanlari bu goruse karsidirlar; bu konuda Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (National Academy of Sciences), cok net olarak bazi gercekleri belirlemis ve bu konuda bir cok kitap yayinlamistir. Benzer bicimde NCSE’nin (National Center for Science Education) yayinladigi, “Voices for Evolution” isimli kitapta pek cok bilim kurumunun bu konuda verdigi bildiriler, deklerasyonlar yer almaktadir. Bugun bilim Evrim Kuraminin gecerliligini kabul etmektedir ( bu konuda, “ABD’de Bilimsel Yaratiliscilik ile Mucadele Eden Kurumlar” isimli bolume bakiniz )

Yukaridaki sorulari cok kisaca sirasiyla yanitlamak gerekirse:
Bilimin bulgularina gore Evren, Big Bang (Buyuk Patlama) denen olayla 14-15 milyar yil once baslamistir. Icinde bulundugumuz Samanyolu Galaksisinin yasi ise 9-10 milyar yildir. Madde bu patlama sirasindaki enerji yogunlasmasi sonucu meydana gelmistir. Once Hidrojen ve Hidrojen atomlarinin birlesmesi ile de Helium olusmustur; bu reaksiyonun gelismesinde bile cok buyuk enerji aciga cikar. Bu buyuk enerji yildizlarin yakiti olmus, zamanla bu Evrensel Nukleer firin icinde diger elementler meydana gelmistir. Su anda bilinen 112 elementin 96’si dogada bulunur; 81’i stabildir, geri kalanlar ise radyoaktiftirler, yani radyoaktif bozunuma ugrayarak baska bir elemente donusurler. Dunya gezegeni 4.4-4.5 milyar yil once, meteoritler ise 4.6 milyar yil once meydana gelmislerdir.

Bugun bilimsel arastirmalarin geldigi nokta, dunyanin ilk kosullarinda inorganik maddelerin birleserek, enerjinin oldugu ortamda, bazi organik maddeleri olusturabilecegidir. Bu konuda kesin bir fikir birligi vardir. Canli maddenin yapi taslari olan organik madde olustuktan sonra, yasamin okyanuslarda, gollerde basladigina ait pek cok kanit bulunmustur; fakat bu baslangicin kendi kendine mi, yoksa uzaydan gelen meteoritlerin tasidigi bakteriler veya protohucreler sayesinde mi gelistigi konusu belirsizdir. Belki her iki kosul da dunyada 3.5 milyar yil once bakteri benzeri tek hucrelilerin gelismesine olanak tanimistir. Dunya’daki kati kabuk 4 milyar yil once meydana gelmistir; organik maddelerin bulundugu bir ortamda oto-katalitik RNA molekullerinin gelisebilecegi ve kendi kendine olusabilecegi gosterilmistir; ayrica primordial RNA’nin uzaydan dunyaya gelme olasiligi da vardir. Daha sonra protohucreler olusmustur. Dunya’da tek hucreli canli yasamin gelisebilmesi yaklasik 2-2.5 milyar yil almistir. Tek hucreli canli yapinin gelisebilmesinin ardindan cok hucreli organizmalar yaklasik 500 milyon yil once meydana gelmislerdir.

Dunyada yaklasik 500 milyon yil once olusan trilobitler, bocekler, cenesiz baliklardan sonra ceneli baliklar, amfibiyanlar ve onun ardindan da surungenler meydana gelmistir. Bitkiler aleminde de once archae ile baslayan yasam, alglerle devam etmis; sonra ciceksiz bitkiler onlardan sonra da cicekli bitkilerin gelismesiyle surmustur. Yaklasik 65 milyon yil once dev surungenler olan dinozorlarin yokolmasindan sonra memeliler dunya’da artmislar ve dunyanin eko-sistemine uyum saglamislardir. Memelilerdeki gelisim zinciri icinde pek cok hayvanin vucut fizyolojileri, anatomileri, hormonlari, hucre biyokimyalari, norotransmitterleri, hucreler arasi iletisimleri (vb) birbirine cok benzemektedir. Son DNA analizleri ise hayvanlar arasindaki akrabalik hakkinda cok net veriler ortaya koymaktadir. Molekuler biyoloji cok kesin olarak Evrim Kuraminin gecerliligini, turler arasindaki akrabaligin varligini ortaya koymustur; her gecen gun bu konudaki bilgi artmakta ve kanitlar Evrim Kuramini desteklemektedir.

Bilimin gerek fosil kanitlariyla, gerekse jeolojik kanitlarla ulastigi nokta sudur: Dunya’da yasam bir anda birdenbire baslamamistir; yasam cok uzun bir gelisimin ve evrimin sonucunda meydana gelmistir. Bu basamaklara ait binlerce kanit bulunmus ve binlerce makale yayinlanmistir. Bilimsel Yaratiliscilarin bu konuda soylediklerinin hic bir gecerliligi yoktur. Dunya’da bugun tanimlanip isimlendirilen, 250 bin tur bitki, 100 000 tur fungus (mantar), 1.5-2 milyon tur hayvanin bir anda yaratilmis olduguna dair hic bir kanit bulunamamistir.

Homo sapiens’in, Australopithecus isimli evrimlesmis bir kuyruksuz maymun (ape)- adam turunden gelistigine dair kanitlar vardir. Antropologlar, Homo’nun Australopithecus’un bir turunden evrimlestigi konusunda bir gorus birligi icindedirler. Homo sapiens’in evrimlesmesi 2 milyon yil ile 50 bin yil once gerceklesmistir, halen de surmektedir. Yani bilimin net verilerine gore, insan birdenbire yaratilarak bu dunyaya konmamistir, tamamen bu dunyadaki ortak atadan gelisen yasamin bir sonucu olarak evrimlesmis, kendisine benzeyen baska atalardan degisime, evrime ugrayarak bu hale gelmistir ve Homo sapiens kendi vucudunda evrimin tum asamalarina ait izleri, bilgileri ve gelisimleri tasimaktadir. Bilimin 21. Yuzyilin basinda soyledigi son soz budur…

muharip's Avatar

Kayıt Tarihi: Apr 2006

Mesajlar: 633

muharip is a glorious beacon of lightmuharip is a glorious beacon of lightmuharip is a glorious beacon of lightmuharip is a glorious beacon of lightmuharip is a glorious beacon of lightmuharip is a glorious beacon of light

Exclamation Ramazan’da Yine İnfaz!


ANTALYA’da dün sabah darp edilmiş halde cesedi bulunan 44 yaşındaki Ünal Topel’in katil zanlıları yakalandı. 4’ü lisede okuyan 5 gencin, Ramazan’da içki içtiği gerekçesiyle Ünal’ı döverek öldürdüğü ortaya çıktı.
Muratpaşa Mahallesi’nde dün saat 08.30’da, kafası ve vücudunun çeşitli yerlerinde darp izi olan bir erkek cesedi bulundu. Taş ve sopalarla vurularak öldürülen kişinin Ünal Topel olduğunu belirleyen Antalya Emniyet Müdürlüğü Cinayet Bürosu ekipleri, cinayet zanlısı olarak 4’ü lisede okuyan 5 genci gözaltına aldı.
Sorgularında cinayeti itiraf eden B.K., Ş.Ş., M.Ö., V.T. ile R.A., Ramazan ayında içki içtiğini gördükleri Ünal Topel ile aralarında önce küfürleşme geçtiğini, daha sonra kavga ettiklerini ve sopallarla dövdüklerini kaydetti.
5 genç, ifadelerinin ardından çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

ATAMA LİSTESİ ETİ-BOR Genel Müdürü M.AHMET DERE (AKP Balıkesir Milletvekili Turan ÇÖMEZ’in Eniştesi)

ERDEMİR Başkan Vekili ABDULLAH ŞENER (Başkan Yardımcısı Abdullatif ŞENER’in kardeşi)(Ağustos 2003te istifa etmiş ve TÜGSAŞ Gemlik işletmesinin genel müdürlüğüne atanmıştır)

ŞEKER FABRİKALARI Genel Müdürü MEHMET AZMİ AKSU (İçişleri Bakanı Abdulkadir AKSU’nun kardeşi)(Soru önergesi bile gelmiştir)

OKİ Başkan Vekili ERDOĞAN BAYRAKTAR (Tayip ERDOĞAN ‘ın İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki ekibinden)

Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yrd.CİHANSER EREL (Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN’ın kayınbiraderi)

Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürü MUHİTTİN BAL (AKP Milletvekili adayı)(Artık BELKO Genel Müdürü)

Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdür Vekili ORHAN FEVZİ GÜMRÜKÇÜOĞLU (Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde yolsuzluk iddası ile yargılanan Mustafa ALBAYRAK’a sahte işkence raporu verdiği gerekçesiyle yargılandı)

Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd.İBRAHİM ATALAY (Devlet Bakanı Bekir ATALAY’ın yeğeni)

Tarım Bakanlığı makam şoförü MEHMET OĞUZ (Tarım Bakanı Sami GÜÇLÜ’ nün bacanağı)

Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğüne atanan Doç.Dr.HASAN EKİZ (Tarım Bakanı Sami GÜÇLÜ’nün teyzesinin oğlu)

Dış Ticaret Müsteşar Yrd.ÜLKER GÜZEL (Hasan Celal GÜZEL’in eşi)

Köy Hizmetleri Genel Müdür Vekili ALİ ALTINTAŞ (Tarım Bakanı Sami GÜÇLÜ’nün Konyadan hemşehrisi)

Enerji Bakanı Başdanışmanı YASİN KALEM (Refahyol Enerji Bakanı Recai KUTAN’ın Öz.Klm.Müd.)

Enerji Bakanı Bakan Danışmanı OSMAN İLTER (Enerji Bakanı Hilmi GÜLER’in kayınbiraderi)

Maliye Bakanlığı Danışmanı HASAN GÜL (Refahyol Döneminde Bütçe Daire Başkanlığı görevi yaptı)

Maliye Bakanlığı Danışmanı ÖMER DUMAN (Refahyol Döneminde Ankara Defterdar Yardımcılığı yaptı)

Başbakanlık Müsteşarı FİKRET ÜÇCAN (Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı,Şeriat eğitimi veren El Ehzer mezunu Hüsnü ÖZER’in atama belgesinde imzası bulunuyor)

Başbakanlık Müsteşar Yrd.AHMET ŞİRİN (Refahyol Hükümeti dönemi Maliye Bakanlığı Müsteşar Yrd.)

Karayolları Genel Müdürlüğüne atanan SABRİ ERBAKAN (Kapatılan RP’nin Başkanı Necmettin ERBAKAN’ın yeğeni,Feyizoğlu’nun kardeşi)

Başbakanlık Müsteşar Yrd. MUSTAFA ESEN (28 Şubat sürecinde soruşturma geçirmiş eski Gümüşhane Valisi)

Büyükelçi AHMET DAVUTOĞLU ( Başbakan Abdullah GÜL’ün danışmanı) İstanbul Sağlık Müdür Vekili Dr.MUSTAFA BAKAR (Haseki Hastanesi Başhekim Yrd.)

Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yrd. Kemal ALBAYRAK (AKP Eski Milletvekili)

TÜPRAŞ Yönetim Kurulu Başkanı KAHRAMAN EMMİOĞLU (Tayip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde Genel Sekreteri)

TBMM Başkanlığı Başdanışmanı HALUK AKŞİT (Turizm Bakanı Güldal AKŞİT’in eşi)

Başbakanlık İdari ve Mali İşler Daire Başkanı MEHMET GÜRBÜZ (Başbakan Abdullah GÜL’ün hemşehrisi,Başbakanlık Müfettişi)

Bingöl Valisi HÜSEYİN AVNİ COŞ (İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı BİT’lerde yolsuzluk soruşturmalarında (AKBİL) görev alan ve işlem yapılmasına gerek görmeyen mülkiye başmüfettişi)

İzmir Valisi YUSUF ZİYA GÖKSU (İçişleri Bakanı Abdulkadir AKSU’nun yakın akrabası)

Rize Valisi ENVER SALİHOĞLU (İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı BİT’lerde yolsuzluk (AKBİL) başmüfettişi)

Batman Valisi EFKAN ALA (Milli Eğitim Bakanı Erkan MUMCU’nun danışmanı )

DSİ Genel Müdürü VEYSEL EROĞLU (Tayip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde İSKİ Genel Müdürü)

AYCELL Yönetim Kurulu Üyesi OSMAN YILDIRIM COŞKUN (Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN’un oğlu)

AYCELL Yönetim Kurulu Üyesi ERKAN TOPAL (AKP İstanbul İl Başkan Yrd.)

AYCELL Yönetim Kurulu Üyesi OSMAN D.ILGIN (AKP Konya milletvekili adayı)

AYCELL Yönetim Kurulu Üyesi CAHİT PAKSOY (Türktel Türkiye Genel Müdürü ve Telekom Genel Müdürü Üyesi)

AYCELL Yönetim Kurulu Üyesi İHSAN ELHAN (Elma Bilgisayar’ın sahibi)

AYCELL Denetim Kurulu Üyesi TAYFUN ÇATALTEPE (Türktel Amerika Genel Müdürü)

Bolu Köroğlu Devlet Hastanesi’nde Atatürk rozeti takan ve gerekçe gösterilmeden görevinden alınan başhemşire Aynur Ören’in yerine atanan ve peruğu ile çalışan Sema Umur, kentteki iki devlet hastanesinin tek başhekimlik çatısı altında birleştirilmesiyle birlikte, başhemşire yardımcılığı görevine getirildi.

Köroğlu Devlet Hastanesi’nin çeşitli birimlerinde 7 yıldır görev yapan hemşire Sema Umur, 10 Eylül 2005 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından başhemşirelik görevine getirildi. Meslek hayatı boyunca yakasında Atatürk rozeti taşıyan ve tek bir soruşturma geçirmeyen başhemşire Aynur Ören ise, gerekçe gösterilmeden bakanlık tarafından görevinden alındı. Aynı hastanede hemşire olarak çalışmak istemediğini söyleyen Aynur Ören, Bolu İl Sağlık Müdürlüğü tarafından Bolu Valiliği’nin oluruyla Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nde başhemşire olarak görevlendirildi. Aynur Ören’in, Sağlık Bakanlığı Personelinin Atama, Görevde Yükselme ve Ünvan Değişikliği Yönetmeliği’nde, başhemşirelik unvanına atanmak için, ‘Mesleklerinde en az 10 yıl çalışmış olmak gerekir’ maddesine rağmen 7 yıllık bir hemşirenin yerine atanması üzerine 1’nci Sakarya Bölge İdare Mahkemesi’nde açtığı davası sürüyor.

Normal hayatında türbanlı olan ve yaklaşık 1 yıldır hastanede peruk takarak görev yapan Sema Umur, Sağlık Bakanlığı tarafından kentte bulunan İzzet Baysal Devlet Hastanesi ile Köroğlu Devlet Hastanesi’nin, İzzet Baysal Bolu Devlet Hastanesi adıyla tek başhekimlik çatısı altında birleştirilmesi üzerine, başhemşire yardımcılığı görevine getirildi. Sema Umur’un, İzzet Baysal Bolu Devlet Hastanesi’nin Köroğlu Ünitesi’nde sorumlu Başhemşire Yardımcısı olarak görevini yürüteceği bildirildi. İzzet Baysal Devlet Hastanesi’nde Başhemşire olan Emine Yağlıoğlu ise birleştirilen hastanelerin yeni başhemşiresi oldu

Bu olay ulusal basına çok geç ulaştı.Haberi ayrıntılarıyla veren Cumhuriyet gazetesi olay gerçekleştiğinden nerdeyse 1 ay sonra olayı okurlarına duyurdu.Bolu’daki sivil toplum ya da demokratik kitle örgütleri ise seSsiz kaldı ve bir tepki koyamadı