Sol ve Gericilik

Ekim 9, 2006

Sol ve Gericilik
Erkin Özalp

(17 Temmuz 2004)

 

 

A. Gericilik Dünya Ölçeğinde Güç Kazanıyor

1. 21. yüzyılın başında, insanlığın başındaki en önemli belalardan biri, dinci gerici hareketlerin ve gerici ideolojilerin dünyanın her yanında güç kazanmakta oluşudur.

2. Bu yükselişin ardında, “emperyalist Batı”ya ya da ABD’ye karşı yürütülen bir mücadelenin bulunduğunu düşünenler büyük bir yanılgı içindedir. Dinci gericiliğin yükselişi, bizzat emperyalistler ve hepsinden önce de ABD tarafından desteklenmekte, daha doğrusu örgütlenmektedir. Diğer yandan, bu yükselişin mekanı, yalnızca az gelişmiş ve orta gelişkinlikteki kapitalist ülkeler değil, aynı zamanda emperyalist ülkelerin kendisidir. Dünya kapitalizminin bunalımda olduğu ve geniş kitlelere işsizlik, yoksullaşma ve toplumsal çürümeden başka hiçbir şey vaat etmediği bir dönemde, sermaye sınıfları, neoliberal ideolojinin zayıflamasının yarattığı boşluğu dinsel ideolojilerle doldurmaya çalışmaktadır.

3. Sorun, bir dönem sosyalizme karşı kullanılmış olan dinci hareketlerin denetimden çıkmış olmaları değildir. Emperyalistlerin tüm dinci hareketleri aynı ölçüde ve aynı biçimde denetim altında tutabildiği elbette söylenemez. Ancak bugün, “islami terör” denen olgunun geniş kitlelerde herhangi bir umut ya da heyecan yaratmak bir yana onları pasifize ettiği ve emperyalist saldırganlığa meşruiyet kazandırmak için kullanıldığı açıktır.

4. Dünya ölçeğindeki temel çelişki “medeniyetler çatışması” ya da “dinler çatışması” ekseninde tanımlandıktan sonra, bu çelişkinin çözümünün “çok kültürlülük”, “çoğulculuk” ve “hoşgörü”de ya da “dinsel terörle mücadele”de aranması sonucu değiştirmeyecektir. Her iki durumda da, insanların kültürel ya da dinsel kimlikleri, sınıfsal kimliklerinin önüne konmaktadır. Bu da, temel çelişkinin, yani emek-sermaye çelişkisinin perdelenmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

B. Türkiye’deki Dinci Gericiliğe Genel Bir Bakış

1. Bazı başka ülkelerde farklı deneyimler de yaşanmış olabilir; ancak Türkiye’deki dinci gericiliğin tarihinde emperyalizme karşı mücadele bulunmuyor. Aksine, sermaye iktidarları, anti-emperyalist mücadelelere fiziksel bir set çekmek için dinci gerici hareketlere başvurmuştur. Kanlı Pazar, bunun ne ilk ne de tek örneğidir.

2. Türkiye’deki dinci gerici hareketlerin sermaye düzeni ile herhangi bir sorunları bulunmamaktadır. Aksine, toplumsal etkileri ciddiye alınabilir düzeyde olan tüm gerici örgütlenmelerin güçlü sermaye bağlantıları bulunmaktadır. Kendilerini daha çok terör eylemleriyle duyuran dinci örgütler ise, kontrgerilla tipi örgütlenmelerin parçaları ya da uzantılarıdır.

3. Yalnızca çok yakın bir geçmişte tanık olduğumuz NATO karşıtı mücadele süreci değil, Irak Savaşı öncesinde ve sırasında yaşadıklarımız da, Türkiye’de dinci gerici örgütlenmelerin anti-emperyalist mücadeleden ne kadar uzak olduklarını göstermiştir. Bu ülkede anti-emperyalist mücadelenin tek ciddiye alınabilir taşıyıcısının sol hareket olduğunu saptaması, herhangi bir abartı içermemektedir. Dahası, gerici örgütlerin ABD karşıtı eylemlere gösterdikleri son derece zayıf katılımın ardında, kendi aralarındaki mücadeleler büyük rol oynamıştır.

4. Türkiye’de dinci gericilik ile devlet, bürokrasi ya da ordu arasındaki ilişkilerin yalnızca gerilim ve çatışma eksenlerine oturduğu doğru değildir. Laiklik ilkesini hayata geçirmek için en radikal adımların atıldığı dönemde bile, kırları da dönüştürmeyi hedefleyen bir toplumsal aydınlanma mücadelesi yürütülmemiş, dinsel ideolojilerin ve dinsel örgütlenmelerin kırlardaki ağırlıklarını korumalarına izin verilmiştir. Toplumdaki sınıfsal ayrışmaların güç kazandığı 1940’lı yıllardan itibaren ve CHP’nin iktidarda olduğu dönemden başlamak üzere, bu kez, dinsel ideoloji ve örgütlenmelerin açıkça desteklenmesi söz konusudur. Dinci gerici tabana yaslanan “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, devlet eliyle kurdurulmuştur. “Türk-İslam Sentezi”, 12 Eylül sonrasının askeri yönetim döneminin ideolojisidir. Kürt hareketine karşı din ideolojisine ve Hizbullah türü dinci gerici örgütlenmelere başvuran, yine devlet ve ordu olmuştur. “28 Şubat Süreci” olarak adlandırılan restorasyon sürecinde bile, tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin dağıtılmasına yönelik hiçbir adım atılmamış, zorunlu din dersleri tartışmaya bile açılmamıştır. Kısacası, Türkiye’de, “mütedeyyin” insanların sürekli bir devlet baskısıyla karşılaşmaları bir yana, dinsel ideoloji ve örgütlenmelerin devlet tarafından desteklenmeleri söz konusudur.

5. Yukarıda söylenenler, sermaye düzeninin ve sermaye devletinin, dinci gerici örgütlenmelerin güç kazanmasıyla ilgili hiçbir sorunlarının bulunmadığı anlamına gelmiyor. Kamusal alanın ve toplumsal yaşamın tümüyle dinsel ilişkilere dayalı olarak yeniden düzenlenmesi, emperyalist-kapitalist hiyerarşinin üst basamaklarına çıkma mücadelesi veren Türkiye kapitalizmi için, kabul edilemez bir olasılıktır. Türkiye’nin sıradan, hatta yoksul bir “İslam ülkesi” haline gelmesi, emperyalist ülkelerle ayrıcalıklı bir ilişki arayan sermaye sınıfı açısından, gerçekten de bir korku senaryosudur. Tabii bu söylenenler, gericiliğin belirli bir düzeyin ötesinde güç kazanmasına yönelik tepkinin ardında sadece bazı bürokratların ya da laikliğin ordu içindeki militan savunucularının bulunmadığına da işaret etmektedir.

C. AKP Hükümetinin Gericiliği Neden Ciddi Bir Tehdit Oluşturuyor?

1. AKP hükümeti, sermaye sınıfı açısından, istenmeyen, ama bugün için alternatifi de olmayan bir çocuktur. Türkiye kapitalizminin kriz dinamikleri tüm diğer düzen partilerinin altını oyar ve kitle bağlarını neredeyse sıfırlarken, AKP, görece geniş bir toplumsal tabana dayanan tek parti olarak alternatifsizleşmiştir. (Burada kastedilen, elbette, AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun gerici harekete dahil oldukları değildir.)

2. AKP, iktidara geldikten sonra, emperyalistlerle ve sermaye sınıfı ile bağlarını hızla güçlendirme yoluna giderek, kendisine yönelik düzen içi muhalefeti zayıflatmayı başarmıştır. Emperyalistler ve sermaye sınıfı açısından, AKP iktidarı, güçlü (ve kendileriyle uyumlu) bir yürütme gücünün sağladığı büyük olanaklar anlamına gelmektedir. Mecliste büyük bir çoğunluğa sahip olan AKP’nin, emperyalist projeleri ve sınıfa saldırı politikalarını hayata geçirmesi çok daha kolaydır.

3. AKP ise, emperyalistlere ve sermaye sınıfına sağladığı olanaklara karşılık olarak, gerici toplumsal tabanın beklentilerini tatmin edecek adımların atılmasını istemektedir. Aslında, burada, bir taşla birkaç kuş vurulmaktadır. Birincisi, AKP, kadrolaşmaya ve kamusal ve toplumsal alanları dinsel ilkeler temelinde yeniden düzenlemeye yönelik girişimleri dirençle karşılandığı oranda, “henüz iktidarı tam olarak alamamış” bir parti görünümü vermektedir. İkincisi, AKP’nin çizdiği “mücadeleci” görüntü, gerici tabanın bir arada tutulmasını kolaylaştırmaktadır. Üçüncüsü, AKP ile laikliğin temsilcisi olarak görünen güçler arasındaki mücadele, düzen içi AKP muhalefetinin sınıfsal kimliğinin de bir sonucu olarak, bu partinin işbirlikçiliğinin ve sermaye yanlılığının ikinci plana düşürülmesine yardımcı olmaktadır.

4. AKP’nin gerçek bir krize yol açabilecek gerilimlerden kaçındığı doğrudur. Ama bu durum, AKP iktidarı döneminde gerici kadrolaşmanın devletin tüm kurumlarında olanca hızıyla sürmesine, eğitim alanında gerici düzenlemelerin adım adım hayata geçirilmesine ve gerici örgütlenmelerin hareket alanının genişlemesine engel olmamaktadır. Üstüne üstlük, AKP’nin gericiliği güçlendirmeye yönelik adımlarının sermaye sınıfından, sermaye medyasından, liberallerden ve hatta (imam hatip liselilerin üniversitelere girişi ya da türban gibi başlıklarda) liberal solculardan aldığı destek, toplumdaki gericilik karşıtı bilincin iyiden iyiye köreltilmesine hizmet etmektedir.

D. Sola Düşen Görevler

1. Sol, her şeyden önce, gericiliğin Türkiye için gerçek ve ciddi bir tehdit olduğu saptamasının altını kalınca çizmelidir.

2. AKP iktidarına muhalefet eden ve laikliğin temsilcileri olarak görülen düzen içi güçlerin biçimsel noktalara takılıp kaldığı doğrudur. Ancak bunun alternatifi, biçimsel düzenlemeleri önemsiz görmek ya da örneğin türbanlıların üniversiteye kabul edilip edilmemelerini biçimsel bir sorundan ibaret görmek değil, gericilik karşıtı mücadelenin toplumsal düzeye taşınmasının yollarını açmaktır.

3. İmam hatip liselerinde okuyan öğrencilerin üniversitelerde bölüm seçme haklarının sınırlandırılması, tek tek bu okullarda okuyan öğrencilerin kişisel tarihleri açısından bakıldığında, gerçekten de bir haksızlık içermektedir. Ancak bu noktaya takılıp kalmak, meselenin özünü görememek anlamına gelecektir. Bugünün Türkiye gerçekliğinde imam hatip liseleri, imam ve hatip yetiştiren “meslek okulları” değil, dinsel eğitim kurumlarıdır. Solun imam hatip liseleri hakkında tek bir projesi olabilir: Bunların kapatılması!

4. 16 yaşına gelmemiş çocuklara dinsel eğitim verilmesi, bir “bireysel özgürlük” sorunu değildir. Sol, 16 yaşına gelmemiş olan çocuklara eğitim kurumlarında belirli bir dinsel inancın öğretilmesine de, Kuran kurslarına da karşı çıkmak zorundadır.

5. Sol, insanlar üzerinde manevi baskı uygulayan her tür kurum ve örgütlenmeye karşı mücadele etmek zorundadır. Solun, tarikat örgütlenmeleri ve cemaatler ile ilgili olarak tek bir talebi olabilir: Bunların dağıtılması…

6. Türkiye’de sosyalist aydınlanma mücadelesini toplumsal ölçeğe taşımanın, daha doğrusu bu mücadelenin toplumsal tabanını genişletmenin bazı zorluklarının bulunduğu doğrudur. Diğer yandan, solun, gericiliğe karşı mücadele ederken, “din düşmanı” görüntüsü çizmemesi gerektiği de doğrudur. Ancak bunlar, gericilik karşıtı mücadeleden vazgeçmenin mazeretleri değil, bu mücadeleye daha fazla düşünsel ve siyasal emek harcamak gerektiğinin kanıtlarıdır.

7. Gericilikle mücadeleyi toplumsallaştırmak konusunda solun önündeki en önemli olanak, gerici hareketlerin ve tabii ki AKP’nin işbirlikçiliğidir. Solun önünde, AKP iktidarının işbirlikçi olduğu için gerici ve gerici olduğu için işbirlikçi olduğunu gösterme olanak ve görevi durmaktadır! Tersi de doğrudur: AKP iktidarının işbirlikçiliği ile gericiliğini birbirinden ayırmak, her ikisine karşı yürütülen mücadeleyi de zayıflatacaktır.

8. Tam da bu nedenlerle, solun anti-emperyalist mücadeleye gericilerden müttefik araması kadar büyük bir yanlış olamaz. Yakın geçmişin deneyimleri, gericilerin anti-emperyalist eylemlere “kitle” taşıyacakları hayalinin ne kadar boş olduğunu göstermiştir. Aslında, tersi olsaydı, bunun çok daha vahim sonuçları olurdu! Ve yakın geçmişin deneyimleri, solun tarihine kara birer leke olarak yazılmıştır. Gericiliğin toplumsal meşruiyetinin artmasına katkıda bulunmak, solun evrensel değerlerine ihanet etmektir.

9. AKP iktidarı, eninde sonunda yıpranacaktır. Bu, burjuva siyasetinin en basit ve en temel kurallarından biridir. Sorun, solun bu süreçte aktif bir rol oynayıp oynayamayacağıdır. AKP’nin işbirlikçiliğine ve gericiliğine karşı mücadelenin öncülüğünü yapan bir sol, söz konusu yıpranma sürecini bir olanağa dönüştürebilir ve bu arada AKP gericiliğinin yarattığı toplumsal tahribatı sınırlandırma, hatta bunu tersine çevirme olanağını yakalayabilir. Solun bunu başaramaması ise, yalnızca sol hareket için değil, Türkiye için de karanlık bir gelecek senaryosudur.

Yorum bırakın