Genelkurmay, 28 Şubat sürecinde büyük burjuvazinin, Cumhurbaşkanı’nın ve sivil toplumun desteğini arkasında buldu. İslamcıların burjuvalaşması RP döneminde başlamıştı. AKP, Tarkan konserlerine giden, marka giyinen, yani kabuk değiştiren dincilerin değişim partisi oldu

14/06/2006 (4525 kişi okudu)

28 Şubat’a giden süreç içinde Genelkurmay, RP’ye karşı üç önemli müttefik buldu:
1) Büyük burjuvazi: Patronlar RP’nin kendini tatminlerinin ihracata büyük zarar verdiğini görmekteydi. Türkiye’nin imajı bozuluyordu. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Bülent Atuk “Avrupa’da ve Amerika’da ‘Made in Turkey’ etiketli bir tişört giydirebilmek için bile olumlu bir ülke imajına ihtiyaç var” diyordu. Nitekim, 28 Şubat ‘muhtıra’sından tam bir ay önce TÜSİAD, Prof. B. Tanör’ün ‘Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri’ni yayımladı. Rapor, imam-hatiplerin ilk üç yılının kaldırılmasını, bu okullara kız öğrenci alınmamasını, din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını istiyordu. (Rapor TSK’nın da hiç hoşuna gitmedi çünkü Tanör Kürtçe yasakları kaldırılsın, anadilde eğitim hakkı sağlansın, hele de, Genelkurmay Savunma Bakanlığı’na bağlansın diyordu).
Susurluk faktörü
2) Cumhurbaşkanı: 1974’te: “Bana, milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” demiş olan Demirel artık şöyle diyordu: “Kim dini istismar edip, rejimin karakterini değiştirmeye kalkarsa, başsavcı karşısına çıkar”. Nitekim, Erbakan başbakanlığı Çiller’e devredeyim derken, hükümeti kurma görevini M. Yılmaz’a veriverecekti. 28 Şubat sürecinin beyni olan Genelkurmay Batı Çalışma Grubu’nu da işin başından beri bilmekteydi.
3) Sivil toplum: O sırada 3 Kasım 1996 gelip çattı ve siyah bir Mercedes bir kamyona arkadan bindirdi. İçinden ‘derin devlet’ fırlayıp asfalta dökülünce, Susurluk olayı sivil toplumu ilk kez cidden harekete geçirdi. 1 Şubat’ta ‘Aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemi başladı ve kısa sürede RP’ye yöneldi. Ş. Kazan’ın eylemciler için “Mum söndürüyorlar” demesi Alevileri, Erbakan’ın “Glu glu dansı yapıyorlar” demesi de tüm eylemcileri çıldırtmak için düşünülmüş olmalıydı.

Son damla: Kudüs Gecesi
Bu ortamda, laik kesimin beklediği son fırça darbesini vurmak RP’nin Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’a nasip oldu.
31 Ocak 1997’de kocaman Hizbullah ve Hamas posterleri asarak düzenlediği Kudüs Gecesi’nde İran büyükelçisi de konuşarak Amerika ve İsrail’i düşman ilan etti.
4 Şubat’ta kasaba tank sesleriyle uyandı.
TSK, ‘demokrasiye balans ayarı’ yapmıştı.
25 Şubat’ta Türk-İş, DİSK, TESK “Laiklik ve demokrasi sahipsiz değil” dedi. İzmirli avukatların sloganı ise laikliği korurken hangi ekmeklere yağ sürülebileceğini gösteriyordu: “Ne şeriat, ne darbe; demokratik Türkiye”. Üç gün sonra yapılan MGK toplantısında, “Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların.. devletimize karşı çok yönlü tehdit oluşturduğu…” [hususlarında] “görüş birliğine varıldığını” Başbakan Erbakan da kuzu kuzu imzaladı. Çiller başbakan olayım derken dağılan hükümet yerine kurulan yeni koalisyon Ağustos 1997’de sekiz yıllık ilköğretim yasasını çıkaracak, RP de Ocak 98’de kapatılarak sahneden tamamen silinecektir.
12 Eylül’le tasfiye ettiği solun boşluğunu ‘Türk-İslam Sentezi’yle dolduran TSK, ‘K’ (Komünizm ve Kürtçülük) endişesinden (aynen TÜSİAD gibi) kurtulacak, bu sefer de tasfiye ettiği RP’nin boşluğunu ‘laik ideoloji’yle doldurmaya girişecektir.
Fakat, ortaçağı (ve onun tutunum ideolojisi dini) Fransa gibi altyapı devrimiyle tasfiye edememiş, Kemalizm’in üstyapı (kültür) devrimiyle yetinmek zorunda kalmış bir Türkiye söz konusudur. RP’nin bıraktığı boşluğu 1920’lerde inşa edilen bir laiklik anlayışıyla doldurabilmek yalnızca Nisan 1999 seçimlerinde nasip olacak, laik kesimin bütün temennilerinin aksine, Kasım 2002’de dini temel çizgi alan başka bir parti iktidar olacaktır: AKP. Hem de, yüzde 34.29 gibi, Anayasa’yı bile değiştirebilecek bir çoğunlukla. Bu, aslında iki türlü mesajdır. Birincisi, halk 1920’lerde yapılmış olanın 2000’lerde yapılmasına artık razı değildir. İkincisi, RP tipi bir Müslümanlığa razı değildir. Nitekim halk, RP’nin devamı olan Saadet Partisi’nin eline yüzde 2.49’u sıkıştırıvermiştir.
Aslında, RP anlamak istememiştir, o başka; ama olay RP zamanında başlamıştır. Her şeyden önce MÜSİAD, o MÜSİAD ki temel İslamcı faaliyetlerin finansörüdür ve İsrail’i başşeytan saymaktadır, ‘Anadolu Kaplanları’ ihracat işine bir başladıktan sonra İsrail Başkonsolosluğu’nun İstanbul’da verdiği kuruluş kokteyllerine tam kadro abone olmuştur. Eski başkan Erol Yarar (ki, genç bir Boşnak modelle evlenebilmek için 15 yıllık eşini boşayacaktır) Hizbullah’ın cinayetleri ortamında “İslamcılar asla terörcü olamazlar” demesiyle meşhur iken, yeni başkan Ali Bayramoğlu hisse senedi pazarlamada İslam adının kullanılmasını yasaklayacaktır. MÜSİAD ‘Jet-Pa’cı Fazıl Akgündüz’ü üyelikten atacak, birçok üyesini de istifaya zorlayacaktır.

RP’nin değişimi
RP’nin durumu da farklı değildir. İktidar kısa zamanda onu da tanınmaz kılmıştır. Lanetlediği Çekiç Güç’ün süresini uzatmakta, İsrail’le antlaşma imzalamakta, ılımlı bir parti olarak tanınmak için A. Gül’ü ABD’ye yollamaktadır. Yerine geçen Fazilet Partisi, ki emanetçi’dir, ‘Adil Düzen’ sloganına gülüp geçmekte, ‘zihin egzersizi idi’ deyivermektedir. Erbakan Versace kravatları takmakta, ehliyetsiz kullandığı Mercedes CL 500 Coupe arabayla kaza yaptığında hemen korumasıyla yer değiştiriveren oğlu ise Yves Saint-Laurent çorapları giymektedir.

‘Şıkıdım şıkıdım’
2000 yılı geldiğinde, özel moda defileleri düzenleten tesettürlü hanımların gittiği güzellik salonları açılmıştır. Müzikte kadın sesine tahammül edemeyenlerin çocuklarının yine başı bağlıdır, ama onlar artık ‘Yeşil Pop’ konserlerine gitmekte, TV’deki programlarda çıkıp şarkı okumakta, seyirci sıralarından inemeyenler oldukları yerde kıpır kıpır oynamakta, Tarkan konserine gidip ‘şıkıdım şıkıdım’ da göbek atmaktadır. Diyanet Vakfı yöneticilerinin hacca giderken kullandığı araba, 120 bin dolarlık bir Chevrolet Chevy One GMS’dir. Paranın milliyetçilik veya din dinlemediğini, yani bütün bunların eşyanın tabiatı icabı oluverdiğini anlamayı reddeden İslamcıların bütün yapabildiği şöyle mırıldanmaktır: “Kapitalistler gibi eğleniyorlar. Normal kapitalist gibi oldular. Onların İslami kapitalist olmalarını beklerdik”.
İşte artık AKP, fevkalade bir kabuk değiştirme içinde olan bu “İslamcı”ların değişim partisidir. Ama, oraya geçmeden önce, unutuldu gitti Danıştay baskınındaydık, önce oraya nasıl gelindiğinden bahsedelim.

Kaynak; Radikal Gazetesi

BASKIN ORAN (Arşivi )

ELÇİN AKTOPRAK ( Arşivi)


Refah Partisi’nin yüzde 22 oy alması laik TC’de ilk defa dinci bir partinin iktidara gelmesi anlamını taşıyordu. Bu onları da şaşırtacak ve sanki yüzde 90 oy almış gibi şımartacaktı. İcraatları çok kimsenin tüylerini diken diken etmişti


18 Mayıs 2006’da avukat olduğu öğrenilen bir şahıs Danıştay’a girdi, o sırada toplantıda olan 2. Daire üyelerinin odasını buldu, üzerlerine ateş açtı. Birini öldürdü, dördü yaralı kurtuldu. Bu daire, türban yasaklama kararlarını veren daire idi. “Vakit gazetesindeki fotoğraflara bakıp öyle ateş ettim” dediği belirtilen saldırganın ‘İslamcı’ olarak tanıtılması üzerine ilk iki gün “Yeni bir 28 Şubat geliyor” rüzgârı esti. İnsanlar Anıtkabir’e aktı. Çok satan bir gazetede saldırı hakkında “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” yorumu yapıldı ki, ABD’de 11 Eylül saldırısından sonra nasıl bir ortamın oluştuğunu ve ne tedbirler alındığını anımsamak bu yorumun ne demek istediğini açıklıyordu.
Dinciler mi, derin devlet mi?
Fakat saldırganın türbanla ilişkili olmadığı, aksine, Susurluk’la ilişkili emekli askerlerle bağlantılı olduğu görüldükten sonra, dikkatler derin devlet üzerine döndü. Acaba bu saldırı Şemdinli’yi unutturmak için yapılmış olamaz mıydı?
Çünkü 28.2.1996’da iktidara gelen RP’nin durmadan verdiği dinci demeçlerin gerdiği ortamda derin devlet+mafya ikilisinin ilk defa yakalandığı Susurluk olayı patlayınca (3.11.1996), bunun arkasından gelen 28 Şubat 1997 ‘muhtıra’sı RP’yi ‘iç düşman’ ilan ederek Susurluk’u unutturmuştu.
Şimdi AKP iktidarının karıştığı türban gerilimi ortamında derin devlet’in ilk defa suçüstü yakalandığı Şemdinli olayı patlayınca (9.11.2005), bunun ardından vuku bulan ve ilk iki gün ‘türbanın intikamı’nı almak için yapıldığı ilan edilen Danıştay Baskını (18.5.2006), bütün bu derin devlet suçlamalarını örtbas etmeye yönelik olabilirdi. Üstelik, buna bir de derin devlet+mafya ikilisinin Küre-Sauna çetesi olayının (17.2.2006) ve Şemdinli iddianamesinde Org. Büyükanıt’ın suçlanmasının (5.3.2006) eklendiği düşünülünce.
Bu yazı dizisinin amacı, hem RP iktidarında 28 Şubat ‘postmodern müdahale’sine giden süreç ile AKP iktidarında Danıştay baskınına giden süreci bir karşılaştırmak, hem de buradan kalkarak Türkiye’de ‘laikliğin neresinde’ olduğumuzu tartışmak. Bu dincilik-laikçilik konusu bağlamında Türkiye’yi duygulardan arınmış bir genel değerlendirmeye tabi tutmak.

12 Eylül ve Özalizm
Türkiye gibi, burjuvazisi geç oluştuğu için iç dinamiği zayıf olan ülkelerde dönüşümler ancak ‘yukarıdan devrim’le olur. Küçük burjuva aydınlarından oluşan bir grup bir biçimde iktidara geçer ve 1920’lerdeki laikleştirici Kemalist devrimin yaptığı gibi ülkede iktidarın temelinin uhrevi bir kavramdan (Tanrı) dünyevi bir kavrama (Ulus) dönüştüğünü ilan eder. Yani, devletin uyguladığı ‘laikçi’ bir politikayla, toplumu sekülerleştirmeye girişir.
Fakat ‘kestirme yoldan gitme’nin de bir faturası vardır ki, seçim sandığında kesilir. CHP’ye 1950’te gelen DP tepkisi, 27 Mayıs’a 1965’te gelen AP tepkisi, 28 Şubat’a 2002’de gelen AKP tepkisi gibi.
Fakat, RP’nin sandıktan yüzde 22 oyla birinci çıkarak 28.2.1996’da ‘Refahyol’ adıyla iktidara gelmesi ise farklıdır. Eğer kitlelerin askerleri hep ‘laikçi’ olarak görmeye alışmış olmasının yarattığı bir ‘genetik’ tepki sonucu değilse, çifte bir etki sonucudur: Bir yandan 24 Ocak 1980’in (Özalizm’in) kitleleri fukaralaştırmasının, bir yandan da 12 Eylül askeri darbesinin getirdiği Türk-İslam Sentezi’nin İslamlaştırıcı etkisinin.
Tepki veya etki. Önemli olan, TC’de ilk defa ‘dinci’ bir partinin sandıktan çıkıp başa gelmesidir. ‘Laikçi’lerin yanı sıra, gelenler de şaşırmış olmalı ki, bu onları sanki Kemalizm’in hiç duyulmadığı bir ülkede yüzde 90 oy almış gibi şımartacak ve çok kimsenin tüylerini diken diken edecek şeyleri sanki inat gibi yapmaya götürecektir. Birkaç örnek:

Erbakan’ın dış gezileri
Erbakan’ın ilk dış geziyi Ağustos 96’da İran ve Ekim 96’da Libya’ya yapması, ikincide Kaddafi’nin çadırındaki aşağılama. Ocak 97’de sarıklı-cüppeli tarikat şeyhlerine Başbakanlık Konutu’nda resmi davet. Belediyelerin içki yasağına başlaması. İstanbul Belediye Başkanı R.T. Erdoğan’ın demeci: “Parti için çalışmak, Kuran düzeninin kurulması için çalışmak demektir”. Yine Erdoğan’ın: “İktidarın kaynağının [Tanrı yerine] ulus olduğunu söylemek kocaman bir yalandır”. Erbakan’dan her şey bitmiş de iş buna kalmış gibi bir demeç: “Şimdi mesele, İslam’ın yumuşak biçimde mi yoksa kanla mı geleceği meselesidir”. Rize Belediye Başkanı ve sonra RP Milletvekili Şevki Yılmaz: “Çatlasanız da patlasanız da ben Hizbullah’ım. Türkiye’nin yüzde 98’i Hizbullah’tır. Hizbullah olmayanlar, Hizb-i Şeytan’dır”. Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım 96 konuşması: “Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. [Bu arada] Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin”. RP’li bakan Esengün’ün “Başörtüyü halletmek, imam-hatipleri açmak en şerefli görevimizdir. Hacca karayoluyla gitmeyi sağlayıp, kurban derisine uzanan ellerin önüne geçeceğiz” demesi. Tabii, daha partisi iktidara gelmeden yıldızı parlayan, sonradan resmen Mesihliğini de ilan edecek olan RP Milletvekili Hasan Mezarcı’yı unutmadan: “Selanikli biri benim atam olamaz. Ben velet-i zina değilim”.
Demeçlerin de ötesi vardır. Taksim’e cami konusu. Resmi kurumlarda çalışma saatlerinin ramazana göre düzenlenmesi. Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın mankenlerin podyumda mayo giymelerini yasaklamak için başsavcıları toplantıya çağıracağı haberleri.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi RP’nin bir de savunma bütçesine 50 trilyonluk tırpan vurması ve TSK’nın kimi sosyal tesislerini satışa çıkarmak istemesi…
Eski defterlerin karıştırılma zamanıdır. Örneğin, RP Milletvekili H. Hüseyin Ceylan’ın Mart 1993’te Kırıkkale’de yaptığı konuşma Kanal-D’nin Teke-Tek programı tarafından keşfedilecektir: “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim… Türkiye yıkılacak beyler.” Gazetelerde tarikatlarla ilgili diziler başlar.
Tabii, dünyanın en gariban ve marjinal tarikatı Aczmendilerin lideri Müslüm Gündüz’ün Fadime Şahin’i nerede, nasıl, ne yaptığının Ocak 97’deki tadına doyulmaz öyküleri başta olmak üzere.

Kaynak Radikal Gazetesi

BASKIN ORAN (Arşivi )

ELÇİN AKTOPRAK ( Arşivi)